Yeni bir Hicrî yılına adım attık; 1447 yılına ve Muharrem ayına bu ilk adımı atarken, gönülden niyazımız odur ki bu mübarek zaman dilimi, tüm İslâm âlemi ve insanlık için hayırlar, selametler, barış ve merhametle dolu bir gelecek getirsin.
Her Hicrî yılbaşı olduğu gibi, bu yılda da zamanın akışı içinde kendimize, topluma ve dünyaya dair muhasebe yapma fırsatını buluyoruz.
Ancak bu yılın başlangıcı, geçmişten çok farklı bir dünyanın içinde, çok farklı bir insanlık hâliyle karşılıyor bizleri. Dünya artık daha hızlı, daha kalabalık ve daha karmaşık.
Yüzyıllardır süregelen yaşam biçimleri, alışkanlıklar ve değerler, teknolojinin ve dijital dönüşümün etkisiyle büyük bir değişim geçiriyor. Modern insan, zamanı yönetmekte değil, zamanın içinde savrulmakta.
İnsan ilişkileri yüz yüzelikten ekranlara, sohbetler kelimelerden emojilere, dostluklar da sadakatten algoritmalara teslim edilmiş durumda. Hicrî takvimin bir yılbaşı, yalnızca tarihsel bir dönüm noktası değil; aynı zamanda Hicret’in, yani anlamlı bir ayrılışın ve bilinçli bir başlangıcın simgesidir.
Bugünün dünyasında da hicretin mecazî anlamı üzerinde yeniden düşünmek gerekiyor. Acaba bizler, nefsimizin esaretinden hakîkatin özgürlüğüne hicret edebiliyor muyuz? Dijital kalabalıkların içinde gerçekliğe, huzura ve Allah’a yaklaşabiliyor muyuz?
Elbette teknoloji, bize benzersiz imkânlar sundu: Sınırları aşan iletişim, bilgiye erişimde devrim ve yapay zekâ ile hayatı kolaylaştıran çözümler... Ancak bu dönüşüm aynı zamanda bir imtihan. Akıllı cihazlarla donattığımız hayatlarımız, ne kadar "akıllı" ve "hikmetli"?
Ekranlar arası geçen ömürlerde kalpler ne kadar uyanık? Bilginin çoğaldığı, fakat hikmetin azaldığı bir çağda, dijital bir çölün ortasında susuz kalan maneviyatımıza kim ses olacak? Bu çağda hicret, yalnızca bir coğrafyadan değil; sanal bağımlılıklardan, gösterişten, kibirden, dijital yalnızlıktan, ruhu boğan yapay gündemlerden uzaklaşmak anlamına da gelmelidir.
Bilgi çağının bu hengâmesinde, Kur'an'ın “Düşünesiniz diye size âyetleri açarız” (Bakara 242) çağrısı hâlâ kulaklarımıza ulaşabiliyor mu?
Muharrem ayı, sadece Hicrî takvimin ilk ayı değil; aynı zamanda Hz. Hüseyin ve Kerbelâ’yı hatırlatan, adaletin, fedakarlığın ve hakka sadakatin sembolü olan bir zamandır. Bu vesileyle sadece bir yılın değil, bir hayatın da istikametini yeniden belirlemek mümkündür.
Dünya değişse de, teknoloji ilerlese de, ekranlar büyüse de, insanın içindeki huzur arayışı değişmiyor. Ne olursa olsun, gönüller hâlâ merhamete muhtaç, kalpler hâlâ ilâhî hikmete aç. Hicrî 1447 yılı, bu farkındalığın yeniden doğması için bir başlangıç olsun.
Sonuç olarak, en azından dua ederim ki bu yeni yıl, sadece takvim yapraklarında değil, kalplerde de bir yenilenme vesilesi olsun. Her birimiz, dijital dünyanın karmaşasında kaybolmadan, kendimize, ailemize, topluma ve Yaradan'a karşı sorumluluklarımızı yeniden hatırlayalım.
Muharrem’in mahzun yüzü, bizlere hakîkatin izini sürmeyi, Gazze'de zulme karşı direnç göstermeyi, dijital kirliliğe karşı dijital nezaket geliştirmeyi öğretsin. Hicrî 1447 yılının ve Muharrem ayının tüm insanlığa barış, sağlık, adalet ve hikmet getirmesini niyaz ederim.
```